top of page
BASIN AÇIKLAMASI: 2024/05
20 Eylül 2024

KENAN KAPLAN, ATODANGOS.COM İÇİN BİR MAKALE YAZDI

Birleşik Çerkeysa Konseyi Genel Başkanı Kenan Kaplan, Litvanya gezisi izlenimlerini paylaşmak ve Çerkesya davasının Litvanya kamuoyunca bilinmesini sağlamak amacıyla Litvanya dilinde yayın yapan siyasi düşünce dergisi Atodangos.com için bir makale kaleme aldı. Makaleyi Türkçe olarak aşağıda okuyabilirsiniz.

Çerkeslerin Özgürlük Mücadelesi ve Litvanya’nın İlham Veren Tarihi
Kenan Kaplan, Birleşik Çerkesya Konseyi Genel Başkanı, 12.09.2024


Eylül ayı başında Litvanya’ya seyahat ettik. Bu seyahatin amacı Çerkes Soykırımı’nın Litvanya Parlamentosu tarafından tanınmasını sağlamak amacıyla başvuruda bulunmak ve politika yapıcılarla görüşmeler yapmaktı. Bu seyahatte çok sayıda politika yapıcı ile bir araya geldik. Oldukça ilgi ile karşılandığımız bu görüşmelerde Çerkes Soykırımı, politik mücadele veren bir STK olan Konseyimiz, geçmiş dönemde yapmış olduğumuz çalışmalar ve günümüzde anavatanımız Çerkesya’da yaşayan Çerkeslerin ve diasporada yaşayan Çerkeslerin siyasal sorunları üzerine sohbet ettik.


Öncelikler Çerkeslerin kim olduğunu açıklamakta yarar görüyorum. Kendilerini “Adighe” olarak tanımlayan ve yabancılar tarafından daha çok “Çerkes” adı ile tanınan Çerkesler, binlerce yıldır Kuzey Kafkasya’da yaşayan, kendi dili, özgün kültürü ve gelenekleri ile kadim ve otokton bir halktır. Bugün Rusya Federasyonu'na bağlı Adigey, Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar adlı üç farklı cumhuriyetin sınırları içerisinde parçalanmış olan Çerkeslerin tarihi anavatanı olan Çerkesya; Kırım’dan Abhazya’ya kadar olan tüm Karadeniz sahil şeridinden, kuzeyde Kuban nehrini çevreleyecek şekilde doğuda Osetya’ya, Çeçenya ve Dağıstan’a doğru uzanan toprakları içine alır. Rus işgali başlamadan önceki dönemde Kuban nehrinin kuzeyinde, Don nehrinin güney kıyılarında ve Azak denizinin doğu kesiminde de bugün tümüyle yok edilmiş çok sayıda Çerkes yerleşimi bulunmaktaydı. 


Rus Çarlığından Sovyetlere miras kalan, böl-parçala-yönet siyasetinin bir neticesi olarak günümüzde anavatanda yaşayan Çerkesler üç farklı isim altında (Adige, Çerkes, Kabardey) yaşamaya zorlanmıştır.


Çerkes soykırımıyla neticelenen Rus-Çerkes ilişkileri Çar Korkunç Ivan ( 1547-1584 ) döneminde başlamış, 1552’de Kazan’ın ve 1556’da da Astrahan’ın işgali ile güneye sarkan Rus orduları Kafkasya sınırlarını 1567’de aştı. 1567’den itibaren işgaller adım adım devam etse de yıkım sürecinin 1700’de başladığı ifade edilebilir. 1700 İstanbul antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun elinde bulunan Azak kalesini ele geçirerek ilk kez Karadeniz’e ulaşan Rus Çarlığı, o günden başlayarak Kırım Hanlığı ve Çerkesya topraklarına doğru sarkmış, süreçte Çarlığın kontrolüne giren ve Ruslaştırılan bölgeler de gittikçe genişlemişti.
Rus Çarlığı senelerce başına bela olmuş Don ve Volga Kazaklarına Stanitsa denen askeri-köyler kurarak ve onlara işgal ettiği topraklardan dağıtarak bir kolonizasyon hattı meydana getirmişti. Kafkasya’nın işgalinde sona yaklaşılırken, Rusya’da senelerdir süren Serflik 1861’de kaldırılmış, Serfliğin kaldırılmasıyla hürleşse de topraksız olan ve sayıları on milyondan fazla olan Rus kölelere işleyebilecekleri verimli topraklar Kafkasya’dan dağıtılmıştı.


Bu toprak dağıtım süreci, Karadeniz sahil şeridindeki Çerkeslerden ‘temizlenen!’ köy ve kasabalardan başlamak üzere doğuya doğru tüm Kafkasya’ya uzanmıştı. 1783’te işgal edilen ve Ruslaştırılan Kırım gibi, Çerkesya’nın tüm Karadeniz sahil şeridi her ne pahasına olursa olsun Çerkeslerden temizlenecek ve Ruslaştırılacaktı. Rus kolonizasyonu Kırım ve Çerkesya’da yerli halkların soykırıma tabi tutularak imhasıyla ve arta kalanların da topluca sürgün edilimesiyle son bulmuştu.


Sürgün öncesinde Çarlık Rusya bölgede yeni kurulan 111 Stanitsa’da 14 bin 223 aile ve yaklaşık 85 bin nüfus yerleştirmişti. Bu süreçte kuzeyde Don Nehri’nin ağzından, güneyde Karadeniz’e, Batı’da Kerç boğazından, doğuda Hazar kıyısındaki Kuma’ya kadar olan tüm Kafkasya’da toplam 440 bin Rus ve Kozakh iskân edilmişti.


Bu iskânlar sürecinde bölgedeki Çerkesler ile uzun süren savaşlar yapılmış, halk soykırıma uğratılmış, hayatta kalabilenler diğer kabilelerin yanlarına ve yüksek dağlara sığınmak zorunda kalmıştı.


Çerkeslerin hızla Kafkasya’yı boşaltmalarının sağlanması için de askeri birlikler şiddet uygulamış, halk kadın ve çocuklar ayırt edilmeksizin katledilmiş, Çerkeslerin köyleri ve tarlaları yakılmış, halka aç kalıp ölmek ya da sürgüne gitmekten başka seçenek bırakılmamıştı. 21 Mayıs 1864’te Soçi sırtlarındaki Kbaada’da gerçekleşen son büyük savaşta Çerkesler mağlup olmuştu.


Karadeniz sahillerine sürülen yüz binlerce Çerkes’in perişan hâline şahit olan Rus tarihçi Berje’nin sözleri 1864 gerçeğini gözler önüne sermiştir: “Novorosisk Körfezi’nde toplanmış 17 bin dağlının bende bıraktığı korkunç izlenimi hiç unutmayacağım. Yılın bu sert zamanında neredeyse tamamen gıdasız kalan, tifüs ve çiçek salgınıyla kırılan bu halkın hâli içler acısıdır. Gökyüzünün altında çıplak arazide yırtık elbiselerinin içinde katılaşmış cesediyle yatan genç Çerkes kadının ve biri can çekişen diğeri annesinin göğsünden süt emmeye çalışan çocukların manzarası hangi kalbi sızlatmaz? Benzer pek çok sahne gördüm…


1864 öncesinde, Osmanlı Devleti kıyılarından Rus işgalindeki Karadeniz sahillerine kayık ve sandalların gitmesi yasak iken, Trabzon’daki Rus Konsolosu Çerkesya ve Abhazya sahillerinden muhacir nakletmek isteyenlere hemen açık pasaport vermeye başlamıştı. Rus koloniyalizmi Çerkeslerden arındırılmış bir Batı-Kafkasya için her tür imkanı seferber edip, hayatta kalan tüm Çerkesleri de bir an önce nakletme işine koyulmuştu.


Rus subay Ivan Drozdov, Soçi’ye ulaşmaya çalışan Çerkeslerin mahveden yürüyüşünü anlatırken: ‘Erkek, kadın, çocuk, yaşlı bir Çerkes kafile, açlıktan ve hastalıklardan bitkin cesetler halinde yürürken, aç köpeklerin saldırısına uğrayıp canlı canlı yeniyordu…’ ifadesini kullanmıştı.


1,5 milyon Çerkes’in Çerkesya’dan sürgüne gönderildiği ve 500 bin kişinin sürgün yollarında hayatlarını kaybettikleri tahmin edilmektedir. Çerkes nüfusunun yüzde 90’ının anavatanları Çerkesya’dan sürgüne gönderilmiştir. Günümüzde Rusya Federasyonu sınırları içerisinde yaklaşık 900 bin, diasporada ise 5-9 milyon Çerkesin yaşadığı tahmin edilmektedir. 


Litvanya’nın 1795-1918 yılları arasında Rus İmparatoprluğu, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1990’a kadar olan dönemde Sovyet Rusya işgali altında iken Çerkeslerin deneyimlediği sorunlarla baş etmek zorunda kaldıklarını, her iki halkın da yaşadıklarının tümüyle aynı olduğunu öğrendik. Hatta Forest Brotherhood olarak ifade edilen bir mücadelenin bizim Hakuchlar ile birebir aynı olduğunu gördük. 1864 yılında kaybedilen son büyük savaşın ardından sağ kurtulanların önemli bir kısmı ormanlara sığındılar ve mücadeleye devam ettiler. Kayıtlar Çerkes Rus savaşlarının 1864’te son bulduğunu yazsa da 1905 yılına kadar Hakuchların Rus ordusuna karşı önemli saldırılar gerçekleştirdikleri de bilinmektedir. 


Ayrıca 1918’de bağımsızlık ile birlikte Litvanya’nın sadece 22 yıl içerisinde anadili Litvanca olan ve milli bir bilince sahip bir nesil yetiştirdiğini öğrenmek bizim için son derece ilham ve umut verici oldu.


Birleşik Çerkesya Konseyi olarak 160 yıldan uzun süredir Rus işgali alında bulunan anavatanımız Çerkesya’nın bağımsızlığı için mücadele etmekteyiz. Ne istediğimizi, nelerin başarılabileceğini iyi biliyoruz ve Çerkesya’nın bağımsızlığının mümkün olduğuna inanıyoruz. Bu inançla Litvanya’da siyasiler ile görüştük. Onlardan Çerkes Soykırımı’nın tanınması ve Çerkeslerin yaşadığı sorunları tüm Avrupa ülkelerinin gündemine taşımak için destek olmalarını istedik. Litvanya Devlet Başkanı Sayın Gitanas Nausėda ve Litvanya Parlamentosu Başkanı Sayın Viktorija Čmilytė-Nielsen adına hazırladığımız mektupları verdik. Ziyaret ettiğimiz tüm kişiler Rus tehditinin farkında olan ve yaşadığımız sorunları doğru şekilde anlayan kişilerdi. İşbirliğine açık olduklarını gördük ve birlikte yapılabilecek çalışmalar hakkında konuştuk. Yakın gelecekte Litvanya’ya tekrar gelerek ilişkileri geliştirmek istiyoruz.


Burada iki konu üzerinde dikkati çekmek istiyorum. Birincisi Avrupa, Rusya’nın ne olduğunu çok iyi biliyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında OSCE yayınlamış olduğu Bucharest Deklarasyonu’nda; Rusya içindeki yerli halkların nasıl bir zulüm altında olduğunu, ağır Ruslaştırma uygulamalarına maruz bırakıldıklarını, sürdürülebilir barış için Rusya’nın dekolonizasyonunun (parçalanmasının) zorunlu olduğunu açıkça ifade etmiştir. 2023 yılında Vancouver deklarasyonu ve PACE tarafından hazırlanan deklarasyonlar da benzer çok sayıda ifadeyi barındırmaktadır. 2020 yılında Rus anayasasının 68. Maddesinde yapılan değişiklikle etnik Rusların diğer, uluslardan farklı oldukları kabul edildi ve ayrımcılık anayasaya dahil edildi. Rusya geçen yıl Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi’nden çekildi. Tüm bunların da ötesinde Rus yönetiminin başı ICC tarafından soykırım suçu ile aranmakta. Evet batı dünyası, meşruiyetini tümüyle yitirmiş Rusya Federasyonu ile ilgili gerçeklerin farkında ancak bu farkındalık biz Çerkesler için yeterli değil. Biz Çerkeslerin, uluslararası toplumun ilgisi ve desteği olmadan çözülemeyecek sorunları mevcut ve biz bu sorunların Avrupa’nın gündemine getirilmesini ve tartışılmasını diliyoruz. Hem diasporada hem de anavatanımız Çerkesya’da dilimiz yok olmaya her geçen gün daha çok yaklaşıyor. İlkokuldan itibaren suni bir rus vatanseverliği çocuklara, gençlere aşılanmakta. Rusya, diaspora Çerkes kurumlarını manüpüle etmekte ve Rusya adına çalışan bir kültür temsilciliğine dönüştürmektedir. Anavatanımız Çerkesya, Rus zulmü altında, insanlarımız yoksul bırakılıyor ve bu planlı yoksulluk kullanılarak gençlerimiz zorla Ukrayna cephesine savaşmaya gönderiliyor. Biz şunun çok iyi farkındayız: Ukrayna bizim düşmanımız değil. Bize esas düşmanlık eden Rusya’dır. Biz bu konuda Çerkes gençlerine defalarca çağrıda bulunduk ve Rus ordusunda, Ukrayna’ya karşı savaşmaktan kaçınmalarını istedik. Çok sayıda Çerkes genci, savaşmaktan kaçındıkları için ülkeden ayrıldı. 


İkinci olarak; Çerkes Soykırımı konusunda çok sayıda kitap, makale ve görsel yayınlar bulunmaktadır. Ancak adaletin tesis edilebilmesi ve Çerkes Ulusu’nun gasp edilen haklarının iade edilmesi için daha fazlasının yapılması, Ulusal parlamentoların Çerkes Soykırımı resmi olarak tanımaları ve Çerkes Ulusu ile etkili bir dayanışma içinde olunması gerekmektedir. Çerkes Soykırımı diğer tüm soykırımlar gibi sadece Çerkes ulusuna karşı değil insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve adaletin tesisi için tüm insanlığın dayanışma içerisinde hareket etmesi gerektiğine inanıyoruz.


Çerkes Soykırımı, 2011 yılında Gürcistan Parlamentosu tarafından tanındı. Ukrayna ile yürüttüğümüz çalışmalar neticesinde Ukrayna Parlamentosu’ndan 17 milletvekili Çerkes Soykırımının tanınması amacıyla Parlamentoya başvuru yaptılar. Alt komisyonda kabul edilen tasarı genel kurulda oylanmak için beklemektedir (https://itd.rada.gov.ua/billInfo/Bills/Card/44400). Bundan sonraki süreçte Litvanya ve diğer baltık ülkeleri, daha sonra da tüm Avrupa ülkelerinin Çerkes Soykırımı’nı tanımaları için görüşmelerimizi sürdüreceğiz.


Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Biz Çerkesler 260 yıldan uzun bir süredir bağımsızlık mücadelesi veriyoruz. 1864’te kaybettiğimiz büyük savaş bizim için bir son değildi. Mücadeleyi farklı şekillerde sürdüren kadrolar hep oldu ve bundan sonra da olacak. Bugün Çerkesler dünya genelinde çok farklı yeteneklere ve uluslararası deneyime sahip şekilde, siyasal haklarını daha yüksek sesle talep eden bir diasporaya sahip. Çerkesya’nın kurulmasına öncülük edecek ve huzur içinde yönetilmesini sağlaycak insan kaynağına sahibiz. Yine de bağımsız devletlerin desteği olmadan uluslararası sistem içeriisinde yol alamayacağımızı biliyoruz. Bu nedenle Çerkes ulusuna sağlanacak siyasal destek son derece önemli. Günün birinde Çerkesya’nın bağımsız olacağına inancımızla Litvanya ulusunu selamlıyorum. Çok yaşa Litvanya! 

 

https://atodangos.com/cerkesu-laisves-kova-ir-ikvepianti-lietuvos-istorija/

Metni indirmek için ikona tıklayın!
bottom of page